Pek çoğumuz büyüklerimizden duymuşuzdur; efendime söyleyeyim, “Bizim zamanımızda eğitim böyle değildi.”, “Eskiden daha çok disiplin vardı.”, “O zamanlar iki yıllık enstitüden çıkan öğretmen olurdu ama her şeyi de öğrenirdi.” gibisinden yakınmaları. Haklılar mı peki? Bana sorarsanız, okkalı bir evet.
Eğitim sistemimizle ilgili sorunlar denizler aşar. Lâkin benim hususiyetle değinmek istediğim konu, özel okullardır. Kendi özel okul tecrübelerimi de zaman zaman dostlarımla paylaştığımda aklıma hep İlber Ortaylı’nın özel okullarla ilgili henüz yakın bir zamanda söylediği sözler geliyor. İlber Hocamız Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği Atatürk Sempozyumu’na katılıyor ve konu eğitim sistemimize geliyor. İlber Hoca şunları söylüyor: “Özel eğitime karşı değilim. Ama bugünkü gibi özel eğitim olmaz, sandviççi dükkânı gibi özel okul açıyor adamlar. On beş tane peynirci dükkânından iyi peynir çıkmaz. Bu feci bir şey ve tahlil edilmemiş bir sorun.”
“Sandviççi dükkânı” benzetmesi abartısız, teşbih-i beliğ derecesinde. İlber Hoca’nın bunları söylediği tarihlerde ben butik bir kolejde çalışmaktaydım. Hep derlerdi, özel kurumda bir yıl çalış neyin ne olduğunu göreceksin, diye. Fakat ben sadece bir dönem (4 ay) dayanabildim. Aylarca ödenmeyen maaşlardan tutun da Aralık ayının sonlarına kadar yanmayan doğalgaza, kütüphanenin daima kilitli olmasından ve anahtarının “kurucu temsilcisi”nde bulunmasından, taşıma belgesi dahi olmayan ve hademeleri taşıyan 90 model minibüsle gelen öğrenciden servis ücreti almaya kadar, neler neler… Bunlar yalnızca birkaçı. Koca bir dönem boyunca İstanbul’daki tüm okulların gitmesi Milli Eğitim Bakanlığı’nca zorunlu tutulan “Teknofest” gezisi haricinde tek bir gezi bile yapılmayıp; öğrencilerin sanatsal, sosyal, kültürel açılardan gelişimine yönelik herhangi bir aktivite düzenlenmemiştir. Sadece TÜYAP Kitap Fuarına gidilmiştir, o da bendenizin çabalarıyla ve metrobüsle!
Bir dönem içinde yaşadığım, gözlemlediğim tüm saçmalıkları yazmaya kalksam sayfalar tutar. Sadede geleyim. Benim görev yaptığım kurum okul değil, İlber Hoca’nın tabiriyle “sandviççi dükkânı”ydı. Kurucuları da eğitimi, öğretimi, öğretmeni, öğrenciyi değil, yalnızca kasaya girecek parayı düşünen ahlak yoksunu tüccarlardı. Eğitimle uzaktan yakından alakası olmayan, parayı basıp o özel üniversiteden bu özel üniversiteye koşarak “Ben bilmem kaçıncı üniversitemi okuyorum.” diyen, öğretmene de öğrenciye de asla değer vermeyen ama yeri geldiğinde kendini harikulade pazarlayabilen, yalanı yaşamın bir parçası haline getirmiş bir insan(!) eğitimci olabilir mi, soruyorum? Hele bir de işin içine tehditler giriyorsa?.. Vay haline! Yalnız bir şey yanlış anlaşılmasın; özel okulların hepsi mi böyle? Elbette hayır. Gerçekten eğitime gönül vererek bu işi büyük bir özveriyle yapan aydın insanlarımız yok değil. Ama benim (ne yazık ki!) tecrübe ettiğim “sandviççi dükkânları” da azımsanacak ölçüde değil. Yani, “On beş peynircinin (on beşinden de) iyi peynir çıkmaz”!
Bir eğitimci olarak, özelliklere okul çağına gelmiş çocuk sahibi ebeveynlere nidamdır: Çocuklarınızı özel okullara vermeyin, verecekseniz de şayet, didik didik edin, araştırın. “Amaaan nasıl olsa o kadar para veriyoruz, her şeyiyle ilgilenirler.” diye düşünüp bilmediğiniz okullara göndermeyin çocuğunuzu. Paranıza da yazık olur, çocuğunuza da. Parayı çalışır kazanırsınız belki ama çocuğunuzun kaybolan yıllarını geri getiremezsiniz.
Sevgiyle kalın.
Cami ne kadar büyük olsa imam yine bildiğini okur.Sorun sandviççi dükkanı sorunundan daha fazla.Müfredat zamanın gereğini karşılayamıyorsa emekler zayi oluyor demektir.İçerik işlevsel mi demeden yapılan tartışmadan ne bekleniyor.Hepimiz havanda su dövüyorsak hepimiz yanılıyor ve haksız olabiliriz diyen yok.Hepimiz yanılıyorsak birbirimizin fikrini itiraz ederek düzelebilirmiyiz.Neyi bilmiyoruz da eksik yapıyoruz konusunu çözmek çözüm olur.