Çocuk sorabilir: “Dünyanın hikayesi ne?” Yetişkin bir adam veya kadın merak edebilir: “Dünya nereye gidecek? Sonu nasıl bitecek, bu arada yeri gelmişken hikaye neydi?”
Ben dünyanın bir, tek hikayesi olduğuna inanıyorum; bu hikaye bizleri öyle korkutmuş ve esinlemiştir ki, bir Pearl White dizisinin içideymişçesine hep düşünüp merak ederek yaşarız. İnsanoğlu –hayatında-, düşüncesinde, açlığında ve hırsında, cimriliğinde ve zalimliğinde ve aynı zamanda iyi kalpliliğinde ve cömertliğinde- bir iyilik-kötülük ağıyla kıskıvrak sarılmıştır.
***
Bence tek hikayemiz budur ve aynı hikaye bütün akıl seviyelerinde tekrarlanır durur. Erdem ve Kötülük ilk bilincimizin atkısıyla çözgüsüydü, son bilincimizin de kumaşı olacak; üstelik kıra, ırmak ve dağlara, iktisat ve terbiyeye dayatabileceğimiz bütün değişikliklere rağmen. Bundan başka hikaye yoktur. Her adam, hayatının tozuyla toprağını üzerinden silkeledikten sonra geriye sadece en zor ve açık seçik sorular kalacaktır: İyi miydi kötü müydü? İyi mi yaptım kötü mü yaptım?
***
Heredot Pers Savaşı’nda çağının en zengin ve en imtiyazlı kralı Karun’un Atinalı Solon’a belirli bir cevap almak isteğiyle bir soru sorduğunu anlatır. Cevap onu endişelendirmese, soru sormayacaktır. “Dünyanın en talihli kişisi kim?” diye sorar. Şüphe içini kemirmekte, teskin edilmeyi istemektedir kuşkusuz. Solon ona daha eski zamanlarda yaşamış üç talihli insandan bahseder. Karun kendisi için o kadar kaygılanmaktadır ki muhtemelen cevabı dinlemez. Solon ondan bahsetmeyince de Karun sormak zorunda kalır: “Beni talihli saymıyor musun?” Solon duraksamadan cevap verir: “Nereden bilebilirim sen henüz ölmedin?”
***
Bu cevap Karun’un aklından çıkmamış ve onu perişan etmiş olacak ki, talihi döner, serveti ve krallığı elinden akıp gider. Yüksek alevler kendisini yutarken bu cevabı düşünmüş olabilir; aklından, keşke soruyu sormasaydım ya da cevabını almasaydım diye geçirmiştir belki.
***
Bizim çağımızda, adamın biri öldüğünde –servet, nüfuz, iktidar ve kıskançlık uyandıran mevkilerin sahibi olmuşsa, hayatta kalanlar ölen adamın, mülkünü, önemini, işlerini ve anıtlarını ölçüp biçtikten sonra-aynı soru sorulur: İyi bir hayat mı yaşamıştı yoksa kötü mü? Ki bu da Karun’un sorusunu sormanın başka bir şeklidir. Kıskançlık kalmamıştır kıstas şudur: “Seviliyor muydu, nefret mi ediliyordu ondan? Ölümü bir kayıp olarak mı yaşanıyor, yoksa adeta bir mutluluk mu uyandırıyor?”
***
İşte burada üç adamın ölümünü hatırlamakta fayda var. Biri asrın en zengin adamıydı; insanların ruhlarını ve bedenlerini tırnaklarıyla kazıyarak servetini elde etmişti; yıllar boyunca kaybettiği sevgiyi satın almaya çalıştı, bu süreçte dünyaya büyük yararı dokundu ve belki de yükselişini sağlayan bütün kötülükleri fazlasıyla telafi etmiş oldu. Öldüğünde bir dağ köyündeydim havadis tüm radyolardan ve gazetelerden birinci haber olarak verildi ve aşağı yukarı herkes bu haberi memnuniyetle karşıladı. Birçokları, “Allah’a şükür öldü p…evenk,” dedi.
***
Sonra insanlık onurunu pek idrak etmeyen, ancak insani zaafların ve kötülüğün her türlüsünü bilen, Şeytan kadar kurnaz bir başkası vardı; özel bilgisini insanları çarpıtmak, onları satın almak için kullanmış, rüşvet ve tehditle, baştan çıkararak sonunda büyük nüfuz kazanmıştı. Güdülerini erdem kisvesi altında gizlerdi; bir insanın özsevgisini elinden aldığında, sevgisini hiçbir armağanla geri kazanamayacağını bilip bilmediğini merak etmişimdir. Rüşvet alan bir adam, ona rüşvet verenden ancak nefret edebilir. Bu adam öldüğünde bütün ulus hakkında övgüler yağdırdı ve öldüğüne içten içe sevindi.
***
Üçüncü bir adam vardı ki, icraatında belki çok hata yapmış, ama insanların yoksul ve ürkek olduğu, onların korkularını sömürecek çirkin güçlerin her yerde kol gezdiği bir dönemde hayatını fiilen insanlara cesaret, onur ve iyilik kazandırmaya adamıştı. Bu adamdan nefret edenler birkaç kişiydi. Öldüğünde sokakta insanlar gözyaşına boğuldu, zihinleri inledi: “Ne yapacağız şimdi, Onsuz nasıl devam edeceğiz?”
***
Onca belirsizliğin içerisinde, şundan eminim ki insanlar en üstteki zayıf tabakanın altında iyi olmak ve sevilmek isterler. Hatta kötülüklerinin çoğu sevgiyi kısa yoldan elde etme çabasıdır. Bir insan öldüğünde yetenekleri, nüfuzu, dehası ne olursa olsun, sevilmeyerek ölürse hayatı kendi nezdinde bir fiyasko, ölümü ise soğuk bir dehşet olsa gerektir. Bana öyle geliyor ki, siz ya da ben iki düşünce ya da eylem arasında seçim yapmak zorundaysak, ölümümüzü düşünmeli ve dünyaya mutluluk getirmeyeceği şekilde yaşamaya çalışmalıyız.
***
Hikayemiz tek bir hikaye. Bütün romanlar, hikayeler, bütün şiirler, içimizdeki hiç bitmeyen iyi-kötü çekişmesi üzerine kuruludur. Ayrıca bana öyle geliyor ki, kötülük hiç durmadan yeniden canlanıyor; oysa iyilik, erdem ölümsüzdür. Kötülüğün hep yeni, taptaze bir çehresi vardır, oysa erdem dünyadaki her şeyden daha köklü ve saygındır. (J.S/453)